Yeditepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Antropoloji Bölümü Başkanı Sayın Prof. Dr. Akile GÜRSOY''un hasta hakları ve kadınların durumuna değinmiş olduğu yazısını sizlerle paylaşmak istiyoruz.*
***
Hem kadın hakları, hem de hasta haklan çağımızda insan haklan anlayışının, felsefesinin ve söyleminin: önemli uzantıları olarak sosyal bilimlerde, hukukta, tıbbi etik alanında gündemi meşgul etmektedir. Aslında genelde insan hakları konusunda olduğu gibi, kadınların hasta hakları konusuna uluslararası platformda kültürler arası karşılaştırmalı olarak bakıldığında söz konusu "haklar"ın farklı sosyal paketler içinde değerlendirilmeleri gereği ortaya çıkmaktadır. Hasta hakları ve daha özel olarak kadınların hasta haklarını toplum yapısının bütün öğelerini göz önüne alan bir model içinde eıe almak gerekmektedir.
Kadınların başka haklarından söz ederken, birbirine bağlı üç alana değinmiş oluyoruz:
1) Genel olarak İnsan Hakları,
2) Daha özel bir alan olan Hasta Hakları ve,
3) Daha da özel olarak Kadınların Hasta Hakları.
Kadınların hasta haklarından ayrıca bahsetmek, aslında kadınların toplum genelinde erkeklere kıyasla daha dezavantajlı bir grup olmalarının ve dolayısıyla farklı sorunları da olduğunun kabul edilmesiyle gündeme geliyor.
Kadınların hasta hakları konusunu yukardaki üç ayrı başlık altında tartışmaya geçmeden önce, özel hayatımda karşılaştığım iki olayı örnek vererek başlamak istiyorum: Bunlardan ilki ABD''de Texas eyaletinde Austin şehrinde geçen ve beni insan hakları ve sağlık haklan ''üzerinde çok düşün-dürten bir olay. Texas Üniversitesi7nde Sosyoloji bölümünde ders vermek üzere gittiğim 1989 yılında bir öğle üzeri eve gelmiş, 13 yaşındaki oğlumun da okuldan dönmesini bekliyor ve bu arada da telefonla konuşuyordum. Birden telefonda hat kesildi ve araya bir ses girdi. Texas Emniyet Teşkila-tı''ndan Teksas polisi olduğunu belirten ses, benim kim olduğumu sorduktan sonra, "Oğlunuzun okul servisi Barton Creek kavşağında kaza yaptı, gidip çocuğunuzu kavşaktan alın" dedi. Bu beklenmedik konuşmadan ben tabii çok heyecanlandım, "Polis evleri aradığına göre, herhalde çok feci bir kaza oldu" diye düşündüm. Polis de benim sesimdeki heyecanı anlayıp, "Çocukların sağlığında endişe edilecek bir durum yok, dikkatli araba kullanın, hız yapmadan kavşağa gidin" diye uyardı.
Söz konusu kavşağa yaklaştığımda uzaktan ışıkları yanıp sönen polis araçlarını, itfaiye arabalarını, ambulanslar, yerde bir çok sedye ve koşuşturan insanlar görünce heyecanım büsbütün arttı. Arabadan inip koşa koşa kenara çekilmiş duran okul otobüsüne gittim. Görevliler otobüs kapısını aralayıp içerden oğlumu çağırdılar.
Oğlum ise kazadan hiçbir şekilde etkilenmemiş görünüyordu. Biz kucaklaşıp eve gitmeye hazırlanırken/oradaki görevliler "Şimdi hastahaneye gidip oğlunuzun muayene olması gerekiyor, kazadan bir zarar görüp görmediğini anlamamız lazım" dediler. Oğlum ise hastahaneye gitmek istemiyor, bir an önce eve gitmek için diretiyordu. "Hiç bir şey olmadı, anne" diyordu. Kavşaktan çıkarken okul otobüsü ile ara yoldan gelen bir özel otomobil hafifçe çarpışmışlar. Oğlum o anda çarpışma olduğunu bile anlamamış. Sarsıntı sonucu sadece bir öğrenci kolunu çarpmış ve ağlamaya başlamış. "Bu tip kazalar İstanbul''da sık, sık olurdu. Servis şoförü Faruk amca inip çarpıştığı arabanın şoförü ile tartışır, sonra içerde "gürültü yaptınız, sizin yüzünüzden oldu" diye aramızdan bir iki kişiye vurur, yolumuza devam ederdik" dedi.
Biz hastahaneye gitmek istemeyince, oradaki görevliler oğlumun sağlığı ile ilgili bütün sorumluluğu üzerime aldığıma ve ilerde kazadan dolayı bir sorun çıkarsa anne olarak sağlıkla ilgili konularda sorumluluğun ait olduğuna dair bana bazı evraklar imzattılar. Biz de hastahaneye gitmeden eve döndük. Duyduğuma göre, ertesi günlerde otobüs şoförünün hemen işine son verilmiş. Ancak, bizim "haklarımız"la ilgili gündem hemen kapanmadı. Önümüzdeki haftalar boyunca eve telefonlar geldi. "Oğlunuzu kaza günü muayeneye götürmediniz, ama hakkınız hala acık, hastahaneye götürebilirsiniz, tazminat da isteyebilirsiniz" diye bize uyarılar geldi. Arkasından, önümüzdeki aylarda mektuplar geldi. Okul idaresinden ve veli derneklerinden sigorta şirketlerinde hakkımızı arayabileceğimiz yolunda bize haklarımızı hatırlatan yazılar ve doldu-rabilinecek formlar gönderdiler. Sıralanan sağlık sorunları arasında kazadan dolayı yaşanan psikolojik stres konusu da vardı.
Nakletmek istediğim ikinci olay ise İstanbul''da çevre yolunda geçti, 3 Mart 1997, Pazartesi sabahı Kadıköy yakasından Avrupa tarafına Fatih Köprüsünden geçerken önümde hâlâ unutamadığım bir kaza oldu. Gişelerin yakınında Etilene saparken birden önümde insanların havaya uçup yere düştüklerini, çoluk çocuk yola s açıldıklarım dehşet içinde kalarak gördüm. Tabii, hızla akan trafiğin ortasında duramadım, ama ben Etiler çıkışına saptıktan sonra yokuşun altında kalan çevre yolunda kazanın nasıl olduğu biraz daha açık görünüyordu. Üstü açık bir pikap (veya kamyonet) en sol şeritten giderken en sol şeritten hızla gelen bir otomobil onlara arkadan çarpmış, kamyonetin arkasında açıkta giden yolcular da çarpma sonucu yola saçılmışlardı. Sonradan öğrendiğime göre yere düşen 5-6 kişiden ikisi anında ölmüştü. Diğerleri ne oldu bilemiyorum, ama düşüp yolda yatan bir badınla bir çocuk gözümün önünden gitmiyor. Onlar için hayat sanki bir pamuk ipliğine bağlı idi.
Oysa, insan hakları beyannamesinin ilk maddesi Yaşama hakkı. Bu hak olmadan insan hakları beyannamesinde yer alan onurlu yaşamak, bireysel mutluluğu aramak, mal-mülk edinmek, kimlik sahibi olmak vd. haklardan söz etmek mümkün değil. Yaşama hakkı, hayat hakkı ilk madde olarak hepsinin önünde geliyor.
Farklı yıllarda ve farklı toplumlarda yer alan yukardaki iki trafik kazasını burada anlatmamdaki amaç, tabii ki birbirinden çok değişik iki toplumu yüzeysel bir şekilde kıyaslamak -ve yargılamak değil. Burada ABD7deki sağlık sistemini övmek ve bizdeki sosyal koşulları ve hepimizin şikayetçi olduğu trafik gibi çok sorunlu bir alanı örnek vererek kendi eksikliklerimizi vurgulamak değil. Hasta hakları konusunda çok ciddi çıkmazları olduğu bilinen ABD''de sağlık sisteminin ve hasta haklarının ne kadar mükemmel olduğunu söylemek de istemiyorum. ABD''de sağlık sistemi ve hasta hakları ile ilgili sorunlar Amerikan iç politikasının en önemli önde gelen sorunları arasında. Ancak, yedi yıl kadar önce ABD''de şahit olduğum okul otobüsünün geçirdiği trafik kazası, bana çok çarpıcı bir şekilde sağlıklı olmanın ve kazaların bir kader olarak algılanmadığını gösterdi ve toplum tarafından önlenebilir bir hale getirilmek için nasıl bir sistem kurulduğuna dair benim için çok canlı bir örnek oldu. Yukardaki iki kazayı anlatarak, mevcut toplum düzeninin, birey olarak hangi hakları talep edip edemiyeceğimizi büyük ölçüde belirlediğini göstermek istiyorum.
İnsan Hakları
İnsan Hakları batı düşünce tarihi içinde eski Yunan ve Roma felsefesine, hatta Tevrat ve İncil dahil olmak üzere dini kaynaklara uzanan bir düşünce akımına dayandırılmaktadır. İnsan Hakları kavramı ve anlayışının tarihsel gelişimi içinde üç ayrı tür haktan söz etmek mümkündür:
1) Bireysel haklar: 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere''de John Locke, Fransa''da Montesquieu ve Amerika''da Jefferson gibi siyasi teorisyenlerin öncülüğünü yaptığı yaşama, özgürlük, özel hayat hakkı, düşünce ve konuşma özgürlüğü, inanç özgürlüğü, mülkiyet hakkı, köle olmama, işkence görmeme ve insan onuruyla bağdaşmayan cezalardan muaf olma hakları gibi "-emel insan hakları. Bu anlayış çerçevesinde devletten beklenen temel görev insanların temel haklarının korunmasından ibarettir.
2) Sosyal haklar:. Sosyalist ve komünist bakış açısıyla kapitalist toplumlara ve bu toplumlarda söz konusu olan ekonomik adaletsizliklere yöneltilen eleştiriler çerçevesinde sosyal haklar gündeme geldi. Bunların başında düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, emniyetsiz çalışma koşulları, çocukların çalıştırılması gibi sorunlar yer almaktadır. Devletten beklenen görevler arasında kaliteli eğitim, iş, yeterli sağlık güvencesi, sosyal sigorta programları, barınma gibi konular gelmektedir. Devletten bireylerin ve ailelerinin sağlığını ve geçimini sağlayacak yeterli hayat standardının temini istenmektedir.
3) Kollektif haklar: 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde belirtildiği üzere kollektif haklar, 20. yüzyılda sayıları çoğalan ulus-devletlerin, ülkelerin ve toplumların siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan kendini yönetme hakkını, barış hakkını, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını ve dünyadaki doğal kaynakları paylaşma hakkını getirmektedir. Üçüncü Dünya ülkelerinin dile getirdiği gibi, dünyanın doğal kaynaklarının ve siyasi gücün yemden paylaşılması önerisini de gündeme getirmektedir.
İnsan Hakları yukarda sözü edilen üç ayrı alandaki hakların bileşimi olarak algılanabilir. Ancak, insan hakları özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyası''nın uygulamaları sonucu ortaya çıkan insan hakları ihlalleriyle akut bir biçimde siyasi gündeme girdi ve artık kamu oyunda da günlük söylemin parçası oldu.
Bugün bireysel hakları ön plana çıkaran ve insan haklarını vurgulayan bir çağdayız. Artık genel olarak insan haklarının ötesinde, daha ayrıntılı olarak sık sık: çocuk hakları, kadın hakları, azınlık hakları, tüketici hakları, çevre hakları, hatta hayvan hakları gibi terimleri ve kavramları duyuyoruz. Hasta haklan da ayrıntılandırılmış olarak ifade edilen daha geniş insan hakları anlayışının bir parçası.
Ayrıca, dünyada her alanda toplumsal otoritenin sorgulandığı bir çağdayız. Medeni kanunda aile reisi kavramı tartışılıyor. .Devlet otoritesi karşısında sivil toplum anlayışı yayılıyor. Toplumlar sorunlarını her şeyi en doğru bildiği varsayılan bir merkezi otorite aracılığıyla değil, demokrasi içinde çözmeyi ideal kabul ediyorlar. Tarihi gelişmelere baktığımızda, Fransa Devriminden Önce Avrupa''da kralların kutsal yönetme hakkı vardı. Bu hak babadan oğula geçer ve sorgulanmazdı. Ancak, Fransa devrimiyle birlikte giderek toplumu yönetmek için yönetilenin rızası ve yönetilenin onayı anlayışı da gelişti.
Bugün çağımızın yaygın olarak ve derinden yaşanan büyük bir sosyal devrim, bir sosyal değişim içinde olduğunu düşünen sosyal bilimciler var. Bu sosyal devrim 3 alanda bir geçiş dönemi içinde olmamıza bağlanıyor. Bunlar, a) Dünyada kömür, doğalgaz gibi enerji kaynaklarının azalmasıyla güneş enerjisine yöneliş, b) Bütün dünyada ataerkilli-ğin çöküşü ve c) Bilimsel paradigmaların sorgulanışı ve paradigma döneminin çöküşü, olarak tanımlanıyor.2
Bu gelişmeler doğrultusunda bireysellik, globalleşme ve yerelleşme kavramları da zaman içinde gündeme geldi. Buna bağlı olarak, mesleklerin ideal çehresi de değişmekte: Otoriter eğitim yerine katılımcı eğitim anlayışı çerçevesinde artık öğretmenlerin daha cazip bir eğitim prıogramı uyglama-sını bekliyoruz. Öğretmenler artık kulak çekmemeli, küfretmemeli diye düşünüyoruz. Veliler çocuklarını "eti senin, kemiği benim" anlayışı ile eğitim kurumlarına teslim etmiyorlar. Buna paralel bir anlayışla, devletin de gücünü daha sevecen bir tarzda göstermesinden yanayız. Folis haklı da olsa artık vatandaşları dövmemeli, karşısındaki suçlu da olsa işkence hiç bir şekilde yapılmamalı diyoruz.
Aile içi ilişkilerin de daha demokratik olması bekleniyor. Sert ve mesafeli babalar yerine anlayışlı, insancıl, hoşgörülü babalar isteniyor. Aile içi kararların hep birlikte alınması gerektiği anlayışı var. İş hayatında da benzer beklenti değişimleri yer aldı: Şirketlerde yöneticilerin tepeden bakan süper-güçler değil, daha insancıl, daha sıradan olması bekleniyor. Medya bile bu. sosyal değişimden etkilenmiş durumda. Televizyonda spikerlerin daha güler yüzlü, hatta güzel olmaları arzu ediliyor. Havayollarında hizmet veren hosteslerin bile bundan 20 yıl öncesinde olduğu gibi asık yüzlü değil, daha sevimli ve güleryüzlü olduklarını görüyoruz. Hatta, hizmet eden erkek hostesler bile işe alınmaya başlandı.
Bütün bu değişimlere paralel olarak, tabii, doktorlardan ve sağlık sektöründen de beklentiler değişti. Endüstrileşmiş toplumlarda daha güzel ve cazip ortamlarda, daha sıcak hizmet bekleniyor. Hastalar artık otoriter, buyurgan, vakti olmayan, emredici, azarlayan, onların adına karar veren doktorlar ve sağlık personeli yerine daha farklı bir yaklaşım istiyor.
Hasta Hakları
Hasta hakları konusunu daha genel sosyal değişimlere ve insan haklarına bağladıktan sonra, daha özel olarak hasta haklarının detaylarına inmek istiyorum. Hasta hakları kaçınılmaz olarak bizim tıp dalına ve sağlık sektörüne bakmamızı gerektiriyor. Tıp ise bütün dünyada ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerde çok belirgin ve ağırlıklı yeri olan bir sektör. Endüstrileşmiş ülkelerde tıp ve sağlık sektörü sosyal statü, prestij ve ekonomik güç taşıması açısından sosyal kontrolü sağlayan temel yapılar arasında yer almaktadır. Sadece güçlü bir ekonomik sektör olmakla, kalmaz, hem devlete yakınlığı hem de toplumdaki normların belirlemesi bakımından tüm diğer sektörlerden farklı bir ağırlık taşır. Modern tıbbın dayandığı biomedikal açıklama modelinin evrensel geçerliliği olan rasyonel bir açıklama modeli olarak kabul edilmesinin de bu egemenliğin kurulmasında rolü vardır.
Gelişmekte olan ülkelerden örnek vermek gerekirse, günümüzde Yunanistan''da üç önemli makro-sosyal güç olduğu söylenmektedir. Bunlar devlet, Ortodoks Kilisesi ve tıp mesleğidir.4 Meksika''da devlet otoritesine en yakın meslekler arasında tıp mesleğinin geldiği belirtilmektedir.5 Türk toplumunda da üç egemen güç olduğu söylenir: Mülkiye, Harbiye ve Tıbbiye. Hasta hakları ile ilgili konular böylesine güçlü bir sektör ve yerleşmiş egemen sosyal normlar arasında ve karşısında gündeme gelmekte ve tartışma zemini bulmaktadır.
Hasta haklarının gelişmesi de aşağıdaki iki varsayımın kabul görmesine dayanmaktadır.
1. Hastanın tüm menfaatleri veya bazı menfaatleri hasta-doktor ilişkisine veya hasta-sağlık kuruluşu ilişkisine girmekle otomatik olarak karşılanmaz.
2. Doktorlar veya sağlık kuruluşları bu menfaatlerin veya hakların varlığını bilmeyebilirler, görmeyebilirler; onları korumakta aciz kalabilirler ve bu hakların uyglanabilmesinde geriye dönüş olmayacak bir şekilde sınırlı (yetersiz) kalabilirler. Yani, sağlık sektörüne de toplumsal sistem içinde bir kesim ve nihayetinde bir taraf olarak bakmak mümkün.
Hasta hakları konusundaki çağdaş gelişmelerin yanısıra en eski anlayış malpraktis karşısında hastanın haklarıdır: Doktorun veya sağlık kuruluşlarının işini tam yapmama, ihmal, yanlış teşhis gibi eksiklikleri, becerisizlikleri karşısında hastanın haklarıdır. Mesleki hataların bir kısmı hastanın çok büyük zarara uğramasına, hatta hayatını kaybetmesine yol açabilir: Mesela sağ bacağı kangren olmuş bir hastanın yanlışlıkla veya ihmal sonucu sol bacağının kesilmesi; günümüzde teşhis edilmesi basit sayılabilecek bir hastalığa bilgisizlik veya ihmalden dolayı bir türlü teşhis konamaması ve dolayısıyla tedavisinin yapılmaması.
Ancak, bu tür tartışılmaz yanlışlık, ihmal veya eksikliklerin dışında da hastaların haklarından söz etmek mümkün. Hasta hakları konusunda en önemli adımın ABD7 de bilgilendirilmiş onay doktriniyle (ilkesiyle) elde edildiği kabul ediliyor. Bu ilkeye göre, hasta herhangi bir tedavi yöntemini kabul etmeden önce doktorun bazı bilgileri hastalarla paylaşması gerekliliği ilkesi getiriliyor. Bu doktrin, özellikle üç durumda ayrıca anlam kazanıyor: a) Cerrahi müdahale (yani, ameliyatlar), b) ağır ilaç tedavileri ve c) risk taşıyan diagnostik prosedürler.
Bu doktrine göre, doktorun hastaya önerilen tedavi yöntemini iyice açıklaması ve anlatması gerekiyor. Tedavinin başlıca yararları yanısıra riskleri, yan etkileri ve iyileşme şansının derecesini anlatması gerekiyor. Ayrıca, mevcut alternatif tedavi yolları hakkında da bilgi vermesi bekleniyor. Amaç, hastaya kendini yönetme, yani kendi kaderini çizme yolunda yardımcı olmak. Burada varsayım (gerçek) şu ki, hastalıktan kurtulmaktan ve tedavi olmaktan en çok çıkarı olacak olan hasta. Doktor değil. Ancak, gerekli bilgileri almak için de hasta, doktora muhtaç.
Ama, bu genel ilkeleri farklı toplumlar biraz farklı yorumlamaktalar. Mesela, İngiliz mahkemeleri bu etik anlayışı, "Hastalar bu kadar çok bilgi edinmek istemiyorlar" gerekçesi ile reddetmişler. ABD7deki doktorlardan farklı olarak İngiliz doktorlar, hasta özellikle istemedikçe bu bilgileri hastaya aktarmakla yükümlü değiller. Kıta Avrupa''sında da doktorlar daha otoriter bir geleneği sürdürme eğilimindeler. Oysa, ABD7de doktorlar bilgilerini hastalarla kıyasıya paylaşmak ve tedavinin ne şekilde süreceği konusunda sorumluluğu hastalara bırakmak eğilimindeler.
Türkiye''de ise hasta hakları, Tıp ve İnsan Hakları ile ilgili konular genelde ya hastanın dini inançları ve organ nakli gibi özel durumlarda gündeme gelmiş, ya da işkence, cezaevlerinde hasta hakları, terör ve savaş durumlarında doktor-hasta ilişkileri gibi ülkemizi yakından ilgilendiren güncel konularda odaklanmıştır.
1970''lerde Avrupa Konseyi Meclisi üye ülkelere tavsiye niteliğinde bir öneri dizisi yolladı. İki alanda hastalara yardımcı olunması istendi: 1. Hastaların sıkıntılarından, acılarından kurtulmaları için gerekli tedbirler alınsın ve 2. Hastalar ölüme yeterli derecede hazırlansınlar, denildi. Üye ülkelerde ötenaziyi inceleyecek komiteler kurulması tavsiye edildi.
Ayrıca, konsey, hastaların insancıl ve onurlu tedavi görebilmeleri açısından şu temel insan haklarını vurguladı ve önerilerin temel amacının hastaları korumak olduğunu söyledi:
1. Özgürlük hakkı,
2. Kişisel onur ve bütünlüğün korunması hakkı,
3. Bilgilendirilme hakkı, Enformasyon hakkı,
4. Doğru dürüst bakım hakkı, (Temizlik, zamanında servis vs).
5. Acı çekmemek,
Yukardaki önerileri bir konuşma sırasında İstanbul''da bir grup tıp doktoruna okuduğum zaman içlerinden bir kısmı neredeyse isyan etti: "Hep hasta haklarından söz ediyorsunuz peki bizim doktor olarak hiç hakkımız yok mu? Biz sanki hayat koşullarını çok mu iyi yaşıyoruz, bizim çalışma koşullarımız ne durumda biliyor musunuz? Ayrıca, bizdeki hastaların çoğu okuma yazması bile olmayan eğitim düzeyi çok düşük hastalar. Bunlara bilgilendirme nasıl olabilir ki?" dediler:
Ancak, Avrupa Konseyi bu önerilerin özellikle de tedavi edici sağlık sisteminde dezavantajlı durumda olanları korumak olduğunu vurguluyor. Bu dezavantajlı grup içine öncelikli olarak çocuklar, gençler, yaşlılar; okur-yazar olmayanlar, iletişim kuramayanlar; ve yakınları, akrabaları olmayanlar giriyor. Yani, karar almada, kendisini yönetmede özel güçlükleri olan gruplar öncelikli olarak hedefleniyor.
Hasta hakları sadece hasta-doktor ilişkisiyle sınırlı olmayıp, hastanın sağlık kuruluşuyla ilgili bazı haklarını da gündeme getirmektedir. 1972''de ABD7de Amerikan Hastaneler Derneği 1972 Hasta Haklan Bildirgesi''ni kabul etti. Bu bildirgenin varsayımında, hasta-doktor ilişkisinin ötesinde, tedavi bir kurum içinde yapıldığında, hasta haklarının farklı bir ek-boyut kazandığı, kurumun da hastaya karşı sorumlulukları bulunduğu öne sürülüyor.
Amerika''da 1972''de kabul edilen Hastahane Hasta Hakları Bildirgesi 12 maddeden oluşuyor:
1. Saygılı bakım hakkı,
2. Tam medikal bilgilendirme hakkı,
3. Bilgilendirilmiş onay için yeterli bilgi,
4. Hastanın tedaviyi reddetme hakkı,
5. Mahremiyet hakkı,
6. Hastanın sırlarının saklanması hakkı,
7. Hastanın bakımıyla ilgili isteklerine cevap verilmesi, hizmetin karşılanması hakkı,
8. Araştırma projelerine katılmayı reddetme hakkı, (tabii, araştırma projiesine katıldığına dair bilgilendirilme hakkı),
9. Hastanın bakımını paylaşan diğer kurumlar hakkında bilgi sahibi olma hakkı,
10. Hastahanenin çıkardığı hesapları inceleme ve bunların açıklanmasını isteme hakkı,
11. Tedavinin sürmesi hakkı,
12. Hastahane kuralları hakkında bilgilendirilme hakkı.
1960''lara kadar tıp ve hukuk, mahkemelere sadece patoloji ve psikiyatri alanlarındaki davalardan dolayı geliyordu. Oysa, 1960''lardan bu.yana kamu maliyesi ve etik sorunlara dayanan davaların sayısı hızla arttı. Bu durum, kısmen tıptaki inanılmaz başarılara bağlanıyor. Bu başarılara bağlı olarak tıbbi bakım masrafları teknolojideki gelişmelerle birlikte çok arttı. Aynı zamanda tıptan beklenti de arttı. Ancak, bunların ötesinde insan hakları ile ilgili anlayışların gelişmesiyle birlikte tıp, tıbbi gelişmeler ve sağlık sektörü karşısında hasta haklarına bakış acısı da gelişti ve genişledi. Bugün artık hasta haklarının arttırılması, hem tıp hem de hukuk çerçevesinde gelişmesi beklenen bir sosyal duyarlılık alanı oldu.
Kadınların Hasta Hakları
Genel olarak hasta haklarına değindikten sonra daha özel olarak kadınların hasta hakları konularına girmek hemen kadın olmanın özelliklerine de bakmayı gerektiriyor. Sadece Türkiye''de değil, bütün dünyada kadınlar, sırf kadın olmaktan dolayı hasta olarak bazı hakları elde etmekte daha fazla zorlanıyor, haklarını kabul ettirmede daha çok güçlük çekiyorlar.
Güçlüklerin büyük bir kısmı olumsuz ataerkil değerlerle ve kadınların genel sosyo-ekonomik düzeyi ve statüsü ile yakından bağlantılı. Çok kısaca özetlemek gerekirse, bugün dünya genelinde kadınların ikincil durumlarıyla ilgili olarak kadınların dünyada en kalabalık azınlık oldukları düşünülüyor. Bu tanımı geçerli saydıran istatistiklerden bir kaçını sıralamak gerekirse, hemen hemen bütün ülkelerde kadınlar erkeklere kıyasla daha az eğitimli ye kadınlar daha çok yoksulluk içinde. Dünyada toplam gayrimenkullerin sadece % 1-3 arasındaki bir oranı kadınlara ait. Ayrıca, kadınlar karar verici mercilerin, yüksek mevkilerin de dışında kalmış durumdalar. Mesela Türkiye''de en önemli ve en yüksek karar alıcı organımız olan Millet Meclisinin sadece % 37ü kadınlardan oluşmakta. Aynı düşük oran, yerel yönetimler için de geçerli.
Yukarda sözünü ettiğimiz olumsuz durum kadınların hasta haklarına da yansımakta. Genelde daha fazla insan hakları sorunları yaşayan kadınlar, hasta olarak da haklarını algılamakta ve elde etmekde daha zorlanmaktalar. Oysa kadınlar, bütün dünyada hastaların bakımı ile en fazla ilgilenenler. Aile içinde hastaların hertürlü günlük ve uzun vadeli bakımı ile en çok ilgilenen ailedeki kadınlar; sağlık kurumlarında da hemşireler. Buna rağmen, genel ataerkil değerler kadınların hasta haklarını önemli ölçüde etkilemekte.
Kadınların hasta hakları söz konusu olunca bir dizi girift sorunları barındıran bir yumağı ele almış bulunuyoruz. Bütün konulara değinmek mümkün olmadığından, ben burada önemli bulduğum ve konunun evrensel boyutunu ve anlamlılığını gösteren sadece 8 sorun üzerinde durmak istiyorum. Bunların hepsi de Türkiye''de kadınlar açısından aynı ağırlıkta önemli sorunlar değil. Ancak, bütün dünyada kadınların hasta hakları konusundaki sorunların niteliğini ve vehamet düzeyini belirtmek bakımından üzerinde düşünülmesi gereken sorunlar.
1. Kadınlara özgü hasta hakları sorunları kadınlar için her yaşta söz konusu olabilmekte. Hatta doğmadan önce bile başlayan ve sırf cinsiyete dayalı sorunlar var. Bunlardan en çarpıcı olanlar arasında, anne rahmindeki kız bebeklerin (ceninin) ultrasonografi gibi modern teknoloji sayesinde cinsiyetinin tespit edilip kız çocuk istenmediği için kürtaj yoluyla aldırılması konusu var. Cinsiyete dayalı bu ayırımcılık sonucu pek çok Asya ülkesinde (özellikle ataerkil geleneksel değerlerin daha sağlıklı olarak geçerli olduğu yörelerde) cinsiyetler arası kız-erkek çocuk dengesinin bozulduğu ve erkek çocuk oranının sorun yaratacak ölçüde fazla olduğu biliniyor. Bütün dünyada da giderek erkek nüfus fazlalığı söz konusu. Türkiye''de de erkek çocuğun değerinin daha fazla görülmesiyle bağlantılı olarak bu yönde bir eğilim olduğu biliniyor. Hatta, Türkiye''de bazı doktorlar etik kaygılardan dolayı ultrasonografiye bakarak anne rahmindeki bebeğin cinsiyetim söylemeyi reddediyorlar.
2. Doğduktan sonra da toplum genelinde kız çocuklarının hastalandıklarında erkek çocuklara kıyasla genelde daha az ilgi ve tıbbi bakım gördükleri görülüyor. Kız çocuklarına ortalama daha az tıbbi yatınm yapılıyor. Hindistan''ın bazı yörelerinde hastahaııeye getirilen kız çocukların oranının her 5 erkek çocuğa kıyasla l kız çocuk olduğu bulunmuş. Tabii, bu da kız çocukların hayatının değeri ve dolayısıyla hasta hakları ile ilgili bir istatistik.
3. Daha yetişkin çağlarda, kadınların üreme sağlığıyla ilgili önemli sorunlarla karşılaşıyoruz. Bu sorunların bir kısmı tıp ve sağlık sektöründeki uygulamalarla bağlantılı. Hastanın isteği dışında yer alan bekaret muayenesi de hasta hakları kapsamında değerlendirilmesi gereken ve ülkemizde hala sürdürülen tıbbi bir uygulama.
4. Aile planlaması programlarının ve uygulamalarının genel muhatabı kadınlar olduğuna göre, bu alanda da kadınların hasta hakları pek çok yönüyle gündeme gelmekte. Aile planlaması yöntemleri konusunda kadınlar başvurdukları sağlık merkezlerinde ne derecede bilgilendiriliyorlar? Önerilen korunma yöntemlerinin yan etkileri, riskleri konusunda gerçekçi bir yaklaşımla ne derecede uyarılıyorlar? Alternatif yöntemler hakkında ne ölçüde bilgilendiriliyorlar?
5. Kadın bedenini ve doğallığını bazen tıp sektörü acımasızca gözardı edebiliyor. Mesela, hamilelik ve doğum Dünya Sağlık Teşkilatı sınıflandırmalarına göre sağlık sektörünün müdahalesini gerektiren bir hastalık, hamile ve doğurmakta olan kadınlar da hasta olarak kabul ediliyor. Ancak, özellikle son yıllarda ülkemizde oranı ve sayısı çok artmış olan hızlandırılmış doğumlar ve (gerekliliği çok tartışılır olan) sezeryanlar pek çok hasta hakkı ihlalini taşıyor.
6. Sağlık kurumlarında kadınlara cinsel taciz olayları da tabii ki insan haklarına olduğu gibi hasta haklarına tecavüz anlamını taşıyor.
7. Kürtaj konusu da başlı başına hasta haklarıyla yakından ilgili bir alan. Kürtajın yasal olup olmaması ve hangi şartlarda yasal olabileceği özellikle ABD olmak üzere pek çok ülkenin kamu oyunu ve gündemim meşgul etti. Etik °landa, kadınların kürtaj hakkının cenin haklarıyla çeliştiği tartışması yapıldı. Ancak, ülkemizde 1982''de geçen kürtaj yasası ile evli bir kadının kürtaj yapmasının kocasının iznine bağlanması, hasta hakları açısından ele alındığında sorgulanması gereken hukuki bir özellik olarak durmakta.
8. Aile içi şiddete maruz kalarak sağlık kuruluşlarına getirilen kadınların hasta hakları da bütün dünyada bir sorun olmaya devam ediyor. ABD''de Tabipler Odası ABD''de acil servise getirilen kadınların 1/3 (üçte birinin) aile içi şiddet kurbanı olduğunu, ancak bunun sağlık personeli tarafından farkedildiğini söylemekte ve bu konuda doktorları uyarmaktadır. Sağlık personelinin hastaya sorumluluğu nerede bitmektedir? Onlar, şiddet uygulayan aile fertlerini savcılığa bildirmekle de yükümlü müdür?
Yukardaki hasta hakları yanısıra, sadece kadınları ilgilendiren hastalıklar üzerine yapılan tıbbi araştırmalara ayrılan maddi kaynakların çok az olması ve dolayısıyla bu hastalıkların yeterince incelenmemesi, pek çok hastalığın sadece erkek hastalar üzerinde yapılan araştırmalara dayanarak incelenmesi (özellikle kalp hastalıklarında) ve sonuçların da kadınlara genellenmesi gibi uygulamalar; depresyon gibi kadınları daha çok etkileyen hastalıklarda geleneksel psikiyatri ve psikolojinin ne ölçüde toplumda sosyal kontrol görevi üstlenerek cinsiyet ayrımcılığına dayalı sosyal düzeni korudukları; erkeklere kıyasla neden iki katı fazla kadının lükotomiye maruz kaldığı; gibi pek çok konu da daha geniş anlamda kadınların hasta hakları çerçevesinde ele alınmaktadır.
Kadınların hasta hakları konusundaki bu yazıyı bitirirken başa dönmek istiyorum. Yazıma Türkiye''de ve ABD''de olmak üzere iki trafik kazasından canlı örnek getirerek başladım. Amacım, insan hakları ve sağlık hakları dediğimiz zaman farklı sosyal potalar içinde bu hakların bireysel düzeyde ne kadar farklı yaşandığını vurgulamaktı.
Toplumdaki genel şartlar, uygulama ve anlayış elvermedikten sonra haklar havada kalmaya mahkûm. Ekonomik ve sosyal düzen, hukuki normlar ve toplumun anlayışı, insan haklarını belirlemekte etkili olmakta. Kadınların, hasta hakları için de bu geçerli.
Ancak, globalleşme süreci, evrensel olduğunu kabul ettiğimiz insan haklan değerlerini toplumsal gündemimize getiriveriyor. Teknoloji ithal edildiği gibi bu değerleri de ithal ediyoruz. Hatta, çoğu zaman da global arenada bu değerlerin üretilmesine, (açıkça farkında olunmasa da) katkıda bulunmuş oluyoruz. Çağdaş Türkiye''nin lideri Mustafa Kemal atatürk, hedefimizin "muasır medeniyetlerin seviyesini aşmak" olduğunu söylerken, her açıdan kendi kendimizi yenilemenin ve kendimizi geçmenin gerekliliğini de belirtiyor. Ufkumuzu hiç bir uygarlıkla sınırlamayan bu temenni bize dünyayı tanıma zorunluluğunu da getiriyor. Hem dünyada hem de Türkiye''de kadınların hasta hakları konusunda sadece ana başlıklar olarak bile ele alınabilecek daha pek çok sorun var. Bireysel, sosyal ve kollektif haklarımızın bileşimi olan insan hakları alanında yol alırken, toplumca önümüzdeki yıllarda yeni sosyal anlayışlar da üretebilmemizi diliyorum.
Dip Notlar
1. Compton''s Encyclopedia, 1991 Edition, The University of Chicago, 1991.
2. Capra, F. The Turning Point, Bantham Books, New York, 1983.
3. Gürsoy, A., Beyond the Orthodox: Heresy in Medi-cine and the Social Sciences from a Cross-Cultural Perspecti-ve, Social Science and Medicine, Vol. 43, No. 5, 1966.
4. George, M., Abortion policy and practice in Greece, Symposium on Abortion from a Crosscultural Perspective, Social Science and ''Medicine, 42 (4), 1996.
5. Cleaves, P.S. Professions and the State, The Mexican Case, A Profmex Monograph, University of Arizona Press, 1987.
6. "Informed consent," Britannica, 1991 Edition, New York.
7. Bkz. Türk Tabipleri Birliği Yayın Organı, Toplum ve Hekim Dergisi Özel Sayısı İşkence ve İnsan Haklan, Cezaevleri ve İnsan Hakları, Eylül, Aralık 1996, Güt 11, Sayı 75-76.
8. "Integrity".
9. "Confidentialty".
10. Bkz.. Dünya Çocuklarının Durumu 1996, UNICEF Yayınları, Oxford University Press, 1996; ve The Progress of Nati-ons 1996,UNICEF New York, 1996.
11. Gürsoy. A., Abortio-n in Turkey: A Matter of State, Family ör Individual Decision, Social Science and Medicine, Vol. 42, No. 4, 1996.
12. Dr. Kim Dodd, American Medical Association, Time Dergisi, 14 Eylül, 1992, s. 27.
13. Chesler, P. Women and Madness, Avon Books, 1972.
14. Hudson D., You can''t commit violence against an object: Women, psychiatry and psychosurgery, Women, Violence and Social Control, der. J. Hanmer ve M. Maynard, Bri-tish Sociological Association, 1987.
*Bu yazı, Mart 1996''da Haydarpaşa Numune Hastanesi''nde "Hasta Hakları" panelinde ve 6 Mart 1997''de Bakırköy Osmaniye Sağlık Ocağı ve Kültür Merkezi''nde "Kadınların Hasta Hakları" konusunda Prof. Dr. Akile GÜRSOY tarafından yapılmış olan konuşmaların ayrıntılı ve yazılı şeklidir.