Televizyonlarda veya sinemada izleyeceğim filmleri seçerken özellikle aksiyon sahnelerinin diğerlerine göre daha fazla olanını tercih ederim. Bir süredir tv de film izlemiyorum.
Ayrıca sinemaya gidecek vaktim olmadığı için de güncel filmleri çok fazla takip edemiyordum. Edemiyordum diyorum çünkü son günlerde haber bültenlerinde izlediklerim ne sinemaya gitmemi ne de tv de film izlememi gerektiriyor.
Savaş... Son günlerde ağzımızdan düşmeyen, aklımızdan çıkmayan tek kelime... Arkasında barındırdığı anlam ve dramı anlamak ve anlatabilmek için sayfalar dolusu yazının yetmeyeceğini düşünüyorum. Geçen haftadan bu yana yaşadığımız herşey bir aksiyon filminin sahnelerini anımsatıyor. Sanki Delta Force filmleri renkli camdaki boyutundan sıyrılmış bir şekilde vücut bularak karşımızda. Michale Dudikoff filmlerinde yaşanan sahneler bugün ülkemizin yanı başında yaşanıyor. Yaşamakta olduğumuz savaş durumunun sebebleri, geçerli veya geçersiz oluşu vb. konuları tamamen bu yazının dışında tutacak olursak elimizde binlerce yıldır insanoğlunu oyalayan bir varetme, varolma mücadelesi kalacaktır.
', 'Televizyonlarda veya sinemada izleyeceğim filmleri seçerken özellikle aksiyon sahnelerinin diğerlerine göre daha fazla olanını tercih ederim. Bir süredir tv de film izlemiyorum. Ayrıca sinemaya gidecek vaktim olmadığı için de güncel filmleri çok fazla takip edemiyordum. Edemiyordum diyorum çünkü son günlerde haber bültenlerinde izlediklerim ne sinemaya gitmemi ne de tv de film izlememi gerektiriyor.
Savaş... Son günlerde ağzımızdan düşmeyen, aklımızdan çıkmayan tek kelime... Arkasında barındırdığı anlam ve dramı anlamak ve anlatabilmek için sayfalar dolusu yazının yetmeyeceğini düşünüyorum. Geçen haftadan bu yana yaşadığımız herşey bir aksiyon filminin sahnelerini anımsatıyor. Sanki Delta Force filmleri renkli camdaki boyutundan sıyrılmış bir şekilde vücut bularak karşımızda. Michale Dudikoff filmlerinde yaşanan sahneler bugün ülkemizin yanı başında yaşanıyor. Yaşamakta olduğumuz savaş durumunun sebebleri, geçerli veya geçersiz oluşu vb. konuları tamamen bu yazının dışında tutacak olursak elimizde binlerce yıldır insanoğlunu oyalayan bir varetme, varolma mücadelesi kalacaktır.
Binlerce yıl önce buz devrinde yaşama savaşı veren atalarımız olmasaydı acaba bizler şu an bulunduğumuz noktada olabilir miydik ? Savaş belki de evrimin (sosyal/fiziksel) bir parçası. Üstün olabilenlerin mücadeleleri sonucu varoluşlarını taçlandırmak için kullanılabilecek olan bir kavram belki de.
Bizler yüzyıllar boyunca belirli bir amaç etrafında savaştık. Halen de savaşmaya devam ediyoruz. Bu gerçeğin iki farklı yüzü var: Saldıran taraf ve savunan taraf. Fakat burada konuya objektif bir şekilde yaklaşacak olursak taraflardan hangisinin savunan hangisinin saldıran olduğunu söylemenin zor bir şey olduğunu yadsımamak gerekir. Görünürde her iki tarafın karşı tarafa saldırmak için geçerli sebebi mutlaka vardır. Her iki taraf amaç edindiği hedefe ulaşmak için diğer tarafın üstünlüğünü ortadan kaldırmak için savaşır.
Savaşları üstün olabilme mücadelesi kavramı içerisinden inceleyebiliriz. Geçmişten günümüze savaş nedenlerine bakacak olursak bunların gün geçtikçe daha karmaşık bir hal aldığını görebiliriz. Savaşların nedenleri çok geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Kadın kaçırmalarından toprak genişletme mücadelesine kadar geniş bir savaş nedeni yelpazesi karşımıza çıkmakta. Yakında çok farklı sebebler nedeniyle savaşacağız galiba. Mesela Su Savaşları...
Bugün sosyal, ekonomik ve siyasi alanlarda yaşanılan üstün olma mücadelesi her alanda bir savaşa neden olmaktadır. Bunun yansımalarını yapacağımız gözlemlerle belirleyebiliriz. Basın-yayın imkanlarının genişlemesiyle evlerimizde sıcak koltuğumuzda otururken dünyanın herhangi bir yerindeki savaşı canlı olarak izler durumdayız artık. Peki ama neden bunu izliyoruz veya izlettiriliyoruz ? Belirli bir yaşın üzerindekiler görüp geçirdikleri savaşları günümüz savaşlarıyla kıyasladıklarında günümüz savaşlarının daha acımasızca olduğunu söylüyorlar. İlginç bir tespit...
Teknolojik imkanların gelişmesiyle beraber savunma sanayi alanındaki ilerlemeler aklımızın eremeyeceği biçimde hızlı bir şekilde değişiyor. Geliştirilen yeni bir silah beraberinde yeni bir savunma konseptini ve yeni düşmanları da getiriyor. Artık varolan düşmanların dışında varolmayan düşmanlara karşı savunma ve saldırı için durmadan çalışan bir sektör olağan gücüyle büyüyor. Bu belki bir paranoya belki de değil. Ama unutmamamız gereken en önemli konu artık bizlerin her an saldırıya uğrayacak ya da saldıracak bir psikolojiye sahip olmamızdır.
Dünya çapında yaşanmakta olan belirli süreçler sonucunda gerek ülke bazında gerekse uluslar arası topluluklar bazında savunma alanında yeniliklere imza atılıyor. Yaşanan gelişmeler o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki birey bazında bizler bile kendimizi güvencede hissettirecek tedbirleri alma yoluna gidiyoruz. Yaklaşık 20 yıl önce bizler evlerimizde gaz maskesi vb. araçları bulundurma ihtiyacı duymuyorduk. Peki ya bugün ? olası bir NBC saldırısı sırasında ve sonrasında neler yapacağımızı biliyoruz. Bu anormal bir durum mu ? Bilemiyorum... Bence anormalden normale geçiş sürecini yaşıyoruz.
Belirtmiş olduğum noktalar ancak bazı yaş grupları için anlam ifade ediyor. Peki ya geleceğimiz olan çocuklarımız bu konuda neler düşünüyor ? Sabahtan akşama kadar canlı bir şekilde yayınlamam savaş görüntüleri, şiddet unsurlarının yoğun olduğu çizgi filmler ve en önemlisi savaşlarda kullanılan silahların birebir örneği olan oyuncaklar... Geçtiğimiz günlerde büyük alışveriş merkezlerimizden birindeki oyuncak mağazalarından birinde dolaşırken gördüğüm manzara beni oldukça şaşırtmıştı. Rengarenk bebeklerin, arabaların, maketlerin yanı sıra gerçeği ile birebir boyutta olan tabancalar, tüfekler ve daha nicesi... Ruhumuza işleyen veya işletilen saldırı/savunma psikolojisinin bence en kötü örneği bu gördüklerimdi. Bir otomatik tabancaya benzeyen oyuncaktaki kurma kolu benzeri olan aparatı çeken ve anne-babasına/etrafa doğrultan çocuk beni etkilemişti. Bu bence yaşanmakta olan global konsept değişikliklerinin bir yansımasıdır.
Stratejistler artık yeni bir dönemin başladığını yaptıkları tespitlerle ortaya koymuştur. İlgili öngörüleri çeşitli şekillerde ortaya koymaya çalışıyorlar. Her ne kadar üzerinde farklı görüşler bulunsa bile komplo teorileri işin başka bir boyutudur. Siyasi veya ekonomik noktaların ağırlıklı olduğu bu tespitlerin yanında neden sosyal/kültürel alanda yapılan çalışmaların sayısı çok az ? Bizler yani sosyal bilimciler değişmekte olan süreçler dahilinde kültürel sosyal değişime yönelik olan ve gelecekte olabilecekler hakkında yorumlarımızı taşıyan çalışmaların sayısını arttırmalıyız.
Teknolojik gelişmeler ilk önce kendisini savunma sanayi alanında göstermekte olup gelişmelerin sivil katmanlara ulaşması belirli bir sürede olmaktadır. Söz konusu durumun etkileri kendisini sosyal/kültürel boyutta göstermekte olup sosyal değişme sürecini etkilemektedir. Savaşların önümüzdeki yüzyılda sosyal değişmeyi tetikleyen en önemli unsur olduğu kanısındayız. Söz konusu değişim süreci içerisinde antropologlara düşen sorumluluğun ve görevin artacağını düşünüyoruz. Değişimin kültürel boyutunu anlamak ve anlatabilmek için antropoloji (bütün dalları ile) kilidi çözecek olan bilim dalı konumunda olacaktır.
Savaşsız bir dünya, savaşların yapılmadığı huzur dolu günler istiyoruz. Ama ne yazık ki savaş olgusu hayatımızın en gerçek öyküsü olarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki...
Barış dolu, mutlu günler dileği ile...