25-27 Mayıs 2007 tarihinde İstanbul''da düzenlenen "1. Uluslararası Antropoloji Kongresi"nde katılımcılar tarafından sunulan bildirilerin özetlerini sunmak istiyoruz. Özetlerin sitemizde yayınlanmasına izin veren Antropoloji Derneği yetkililerine teşekkür ederiz.

(Özetler Soyadı sırasına göre dizilmiştir.)

Suavi AYDIN - Türkiye’de Azınlık Olmak

Azınlık kavramı, esas olarak Avrupa tarihinin özgül dinamiklerinin ürettiği bir sonuçtur. Kavram ve ilişkili çerçeveler belirli uluslar arası belgelere bağlanmış hukuksal bir içerikle aktarılmakla birlikte, varlığının temelini belirli bir toplumsal-kültürel gerçeklikten almaktadır. Bu kavrama esas olan toplumsal-kültürel gerçeklik "farklı görülmek" ya da "ötekileştirilmek" fenomenine dayanır; bu fenomenin toplumsal gerçeklik içindeki karşılığı kimi zaman  dinsel farklılıklar olabildiği gibi, dilsel-kültürel başka farklar da bu tanımlama için zemin olabilmektedir. Bu nedenle, burada hukuksal bakımdan tek boyutlu bir tanımlama olarak görülebilecek "azınlık" kavramlaştırmasının belirli bir toplumsal formasyon içindeki durumunu teşhis edebilmek için, başka bir yöntem önerilmektedir. Zira, her ne kadar kavram "tek taraflı", yukarıdan bir belirlenimin konusu olsa da, karşı tarafın böyle tanımlanmak bakımından rızası ve hazırlıklı oluşu da tanımlama bakımından önemli bir etkendir. Bu yüzden bu biçimde tanımlanmaya aday toplumsal grup ve cemaatlerin kendilerini nasıl gördüklerine ilişkin antropolojik bir yaklaşımın, bunun yanında bu grup ya da cemaatlerin böyle düşünmelerine yol açan tarihsel sürecin ve koşulların irdelendiği bir tarihsel-antropolojik yaklaşımın zorunluluğu, bu kavram etrafında dönen tartışmaların belirli bir noktaya taşınabilmesi için zorunlu görünmektedir. Bu bildiri bu konuyu sorunsallaştırmaktadır.


 

Hande BİRKALAN-GEDİK - Antropolojilerin Kesişmesi: Türkiye Antropolojisi ve Avrupa Antropolojisi

Bu bildiri öncelikle Türkiye’deki antropoloji çalışmalarının dününü ve bugününü değerlendirecektir. Türkiye’deki antropolojinin gelişimini, Avrupa antropolojisi olarak tanımlanan alan bağlamında okumaya çalışacaktır.  Türkiye’deki antropoloji çalışmalarında “alan” ve “ev” ayrımı nasıl oluşmuştur? Öte tarafta Avrupalı—ve Amerikalı antropologlar tarafından “önemli olan” ve “o kadar da önemli olmayan” konular nelerdir ve bu onların “kültürel misyonları”nı nasıl etkilemiş ve bu misyonlardan nasıl etkilenmiştir?  Bildiride hem yerli hem de yabancı antropologların çalışmalarına, özellikle yazı üretimindeki “dil,” metnin okunmasındaki “dinleyici” faktörü ve antropolojik metinlerdeki “temsiliyet” konusuna odaklanmaya çalışılacaktır.  Çalışma,  akademide uzun zamandır var olan ve “saha/ev,” “aktiflik/pasiflik” ve “özne/nesne” bağlamlarındaki  karşıtlıkların, farklılıkları ve hegemonik söylemler üzerine eleştirel bir bakışından hareket etmektedir.  Son olarak,  bildiri Türkiye antropolojisinin, hala tartışması devam eden “Avrupa antropolojisi” kavramıyla ilişkisini tartışmaya açacaktır.

 


 

Ayşe DURAKBAŞA, Meltem Karadağ,Gül Özsan
Taşra Kentlerinde Eşraf Aileleri: Aile Stratejileri ve Anlatılar

Bu bildiride, “Türkiye’de Taşra Burjuvazisinin Oluşum Sürecinde Yerel Eşrafın Rolü ve Taşra Kentlerinde Orta Sınıflar” konulu araştırma projemizin aile stratejilerine ilişkin ilk bulgularını sunmayı planlıyoruz. Çalışmamız, sözlü tarih görüşmelerine dayanacaktır. Beş kentte yürüttüğümüz araştırmanın (Aydın, Denizli, Gaziantep. Muğla ve  Kahramanmaraş) Denizli, Gaziantep ve Kahramanmaraş görüşmelerine dayanarak aile anlatılarını analiz etmeye çalışacağız. Bildirimizde öncelikle çalışmanın yöntemi, daha sonra da eşraflık, aile stratejileri ve aile anlatıları üzerinde duracağız.
 

Bildiride öncelikle etnografi ve sözlü tarih yöntemlerinin bu çalışmada kullanımı ve sağladığı olanaklar tartışılacaktır. Araştırma kurgusunun kendisi; üç araştırmacı tarafından yürütülen görüşmeler, kaynak kişilerin anlatıları ve araştırmacıların farklı yorumlama biçimleri, eşraf ailelerine ilişkin niteliksel bilgi edinmemizde çok elverişli olmuştur. Aile hikayelerinin kuruluşundaki farklılıkları ‘aile mitleri’ ve ‘aile metaforları’ kavramlarını kullanarak yorumlayacağız. Anlatıları, birey, aile ve firma anlatıları olarak birbirleriyle ilişkilendirerek ve toplumsal cinsiyet boyutunu dikkate alarak çözümleyeceğiz.
 
Bildirinin odaklandığı tematik tartışma çerçevesinde, farklı eşraf ailesi tiplemelerinden örnekler verilerek, taşra kentlerinin sosyo-kültürel ortamına damgasını vuran bir ilişki formu olarak ‘eşraflık’ irdelenecektir. Eşraf, kentin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşantısında görünür olmak için ne tür stratejiler üretir? Taşra kentlerinde yerel nüfuzun farklı kaynakları, yerel nüfuz sahibi seçkinlerin nitelikleri, topraklı olmanın sağladığı nüfuz, siyaset ve devlet bürokrasisi ile ilişkiler, dini nüfuzun etkisi (kendilerini Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri içerisinde resmi dinle konumlandırmaları), sembolik ve kültürel sermayenin kullanım biçimleri (eğitim, yardımseverlik, paternalizm, spor) ele alınacaktır. Kentteki yeni nüfuzun dinamiklerinden ve yeni muhafazakarlığın görünümlerinden söz edilecektir.


 

Erdoğan GEDİK
“Alamancı” Kimliğinin Farklı Algılanışları

Ulusötesi göç sürecinin en önemli kimlik oluşumlarından biri de göçmen işçi statüsünden “Almancı” kimliğine uzanan serüvendir. Bir zamanlar göçmen işçiler ve Almancılar iki ülke kültürünün arasında kalmış ve bu nedenle dejenere olmuş insanlar olarak algılanırlarken, son zamanda bu insanları tanımlamak için “Euro-Türk” gibi yapay kimlik etiketleri üretilmiştir. Bütün bunlar dışarıdan yapılan tanımlamalardır.  Ulusötesi alanda kimlikler sadece kültürel bazda değil, farklı siyasal ve ekonomik temellerde de şekillenmiştir. Ulusaşırı alanın özneleri olan, Türkiye’de “Almancı,” Almanya’da önce Gastarbeiter, sonra Ausländer, daha sonra da Mitbürger olarak tanımlanan kişiler ülke sınırlarını da aşan kimlik oluşumları gerçekleştirmişlerdir.  Bu bildiride “Almancı” olarak tanımlanan grubun kültürel sınırları, bu kimlikle beraber taşıdıkları diğer kimliklerle olan ilişkileri çok boyutlu bir kavram olarak değerlendirilecek ve alan araştırmasının gerçekleştiği mekanlar arasındaki—Rüsselsheim, Muş ve Istanbul—farklılıklara ve benzerliklere değinilecektir.    Bildirinin en önemli katkısı emik ve etik tanımlamaların kesişim ve ayrılık noktaları üzerine olacaktır. 


 

Akile GÜRSOY
Türkiye''de Antropoloji ve Antropologlar

Bu sunumda günümüz Antropologlarının ilgi alanları, ürettikleri çalışmaların okuyucuları, "alıcıları", ve antropologların kendi toplumları ve devletleri ile olan ilişkilerine değinilmektedir. Antropoloji''nin geleneksel temel kavramı olan "kültür" kavramının yanısıra, "sınırlar", "imajlar", ve "Avrupalılık" kavramlarını önemsemiş olan I. Uluslararası Antropoloji Kongresi''nde bu kavramlara değinilerek, Türkiye''de Antropoloji''nin gelişimi, dünyada ve Türkiye''de Antropoloji Bilim Dalının bugünkü durumu üzerine bir yorum getirilecektir. Zihinsel ve fizik sınırlar kalkıyor mu? Bilgi ve iletişim çağında "imaj" ne anlama geliyor? Günümüzün ülkeler arası rekabet ve bunun ötesi kanlı savaş ortamında "öteki"ni araştırmak ne anlama geliyor? Bir taraftan Antropoloji''ye ilgi arttıkça Antropoloji''nin geleneksel araştırma yöntemine ne oluyor? Ulusal ve uluslararası siyaset bağlamında, disiplinler arası çalışmalar ve işbirliğinin arttığı bir ortamda Antropoloji''nin geleceği hakkında neler söylebebiliriz?

 


 

Ulf HANNERZ
Değişen Avrupa, Değişen Antropoloji

Bu sunumda Avrupa Toplumu’nda ve Avrupa’daki akademik yaşamda gerçekleşen değişimler ele alınacak ve bunların antropoloji disiplininin belli amaçlarını ve koşullarını nasıl etkilediği irdelenecektir. Bu bağlamda özellikle ilgi gösterilmesi gereken iki alan vardır. Bunlardan biri, özellikle kıta içinde ve dışarıdan kıtaya doğru yaşanan göç hareketlerine bağlı olarak Avrupa’daki ulus temelli toplumlarda ortaya çıkan ve giderek artan etnik, kültürel ve dinsel çeşitlenmedir. Diğer alan ise neoliberal kültürün artan etkisi ve bu etkinin akademik yaşamda ön plana çıkan denetim, standartlaştırma ve sıralama boyutlarıdır. Bu alanlar ile antropolojinin kamusal çehresi, disipline kabul koşulları ve antropolojik araştırma ve yayın yapma stilleri arasındaki bağlantılar tartışılacaktır.

 


 

Michael HERZFELD
Avrupa ve Global Değerler Hiyerarşisi: Coğrafyalar ve Kültürel Otorite Dinamikleri

Kuzey ve Güney ya da Batı ve Doğu gibi kutuplaşmalar, kolonyal iktidarla bağlantılı kültürel hiyerarşilere dayanak oluşturan ve onları yeniden oluşturan güçlü varsayımların su yüzüne çıktığı, kartografik bir yaklaşımı yansıtır. Bu tür tarihsel olarak bölümlenmiş eğilimleri araştırabilmek için antropologların insan bedenleri ile bilgi sistemleri arasındaki ilişkilerin mantıklı bir mikroskopik etnografisi ile “küreselleşme”nin eleştirel bir analizini biraraya getirmeleri gerekir. Özellikle “Doğulu” ya da “Batı”lı kimlikler benimseyen ya da bu kutuplar arasında bariz bir gerilimin sergilendiği ülkelerde, toplumun kendisine ilişkin stereotipik algılarının gündelik yaşamda yeniden üretilmesi, retrospektif bir bakışla bazı determinist modelleri haklı çıkartır gibi görünen politikaları anlamamızı sağlayabilir. Söz konusu modeller pasiflik, tembellik, kibir ve katı gelenekçilik gibi özellikler içermekte ve çoğu zaman varsayılan “Avrupai” ya da “Protestan” modelin zıddı olarak sunulmaktadır. Amacım, böyle kendi kendini doğrulayan -ve dinsel, kültürel vd fundamentalizm biçimlerinin temelini oluşturan- politik totolojilerin nasıl oluştuğuna ilişkin sistematik bir anlama yaklaşımı önermek ve antropolojinin  bunları sempatiye ve (karşılıklı) eleştiriye dayanan bir tartışma ortamına nasıl çekebileceğini irdelemektir. 

 


 

Barbro KLEIN
Antropoloji, Etnoloji ve Avrupa’da Disiplinlerin Görüntüsü

Çoğu Avrupa ülkelerinde birlikte var olmuş ve halen varlıklarını sürdüren iki bilimsel yaklaşımdan söz edilebilir. Bunlar Avrupa’daki disiplinlerin görüntüsünü, örneğin Kuzey Amerika’ya kıyasla çok farklı hale getirmektedir. Bu alanlardan biri çeşitli adlar (Völkerkunde, etnografi, etnoloji vd) altında varlığını sürdüren ve bir zamanlar Avrupa dışındaki dünyayı keşfetmek ve uzaklardaki egzotik yaşamların bilgisini yurda taşımakla uğraşmış olan antropolojik alandır. Diğeri ise, uzun süredir ulusal müze ve arşivler kurmakla ve Avrupa ulusları içinde ya da arasında oluşan kültürel farklılıkları incelemekle uğraşan etnolojik disiplinler (halk yaşamı incelemeleri, folklor, Volkskunde, Avrupa Etnolojisi vd) alanıdır.

Bu sunumda söz konusu iki alan arasındaki ilişkinin bazı boyutları ele alınacaktır. Bu ilişki kimi ülkelerde ve kimi dönemlerde yakın bir nitelik almışsa da, çoğu zaman ciddi kopuşlar, hatta önemli düşmanlıklar içermiştir. Son birkaç yıldır iki alanda karşılıklı barış ve işbirliği havası esmekte ve antropolojinin entelektüel güç savaşımında üstün gelmiş olduğu sessiz ya da açık bir biçimde kabul edilmektedir. Yine de, antropolojik ve etnolojik alanların birleşmeleri gerektiğini ve birleşeceklerini savunan bir çok bilim insanına karşı, aradaki açıklığın tam olarak kapanmadığını düşünen ve Avrupalı antropolog ve etnologların ayrı bölümlerde çalıştıklarına işaret edenler vardır.

İki soru özellikle ilgi çekicidir: Günümüzde bu iki alan arasında gerçek farklılıklar var mıdır ve –varsa- bu farklılıklar Avrupa’daki bilimsel söylemler ve bilgi üretimi açısından ne ifade etmektedir? İki alan arasındaki ilişkinin süregiden yaratıcı bir gerilim hali olduğunu ve bu gerilimin Avrupa ve Avrupalılık olgularının anlaşılmasına dönük bir potansiyel içerdiğini söylemek mümkün müdür?

 


 

Hürriyet KONYAR
“Postkolonyal İlişkiler Bağlamında Türk Medyasından Yansıyan Melez Kimlikler ve Yeni Kültürel Ortamlar”

Avrupalılık meselesini kültürel bağlamlarda tartışırken, kültürel ortamları etkileyen güçlerden biri olarak  medyanın küresel ilişkiler çerçevesinde ticari amaçlı olarak yapılanmasının yeniden belirlenmesi  sözkonusudur.   Medyanın bu yapılanma içinde belirlenen yeni işlevi ise, hakim kültür olarak tanımlanan hegomonyanın korunması adına farklı olanı dolayımlayarak bu yapı içine katması, melezleştirmesidir. Bu anlamda medyanın ideolojik ve kültürel alanı yavaş yavaş kolonileştirmesi sözkonusudur.

Avrupalılık kültürü de yeni küresel iletim teknolojilerinin belirlediği kültürel ortamlardan etkilenmektedir. Farklı olanı kendi bünyesine katıp melezleştirirken kendi hakim kültürünü bu farklı olanlar ile aracılığı ile koruyarak sürdürmektedir. Özellikle de Afrika, Asya kültürleri ile  yakın temaslar bir yandan bu kültürlerin dolayımlanmasını ve onunda melezleşmesini getirirken öte yandan da avrupalı kimliğinin giderek daha çok “çokkültürlü” bir kimliğe dönüşümünü getirmektedir. Ancak bu “çok kültürlülük” avrupalı kültürün hakimiyetinde olan bir “çokkültürülülük”tür. Belirlenen bu kültürel akışların dolayımlanması gerçeği avrupada yaşayan diğer göçmenler gibi türk diyasporası için de sözkonusu olmaktadır. Türkiye’den gidenler avrupa kültürü ile kendi kültürlerini yeniden tanımlarken ortaya yeni ve melez bir kültürün çıkması kaçınılmazlaşmaktadır.

Türkiye’de  ise ’80 sonrasında küresel medya stratejeleri doğrultusunda yeniden yapılanan ve yine hakim küresel kültür akışlarını kolaylaştıracak biçimde işlevselleştirilmiş olarak işleyen bir medya yapılanması söz konusudur. Bu yapılanma içinde medya avrupada dolayımlanmış olan  türklerin kültürünü yeniden Türkiye’ye melez biçimleri ile tanıtması ve getirmesi sözkonusu olmaktadır. Ayrıca  bu yeni bağlamlar içindeki hem  avrupalı ve hem de türk kimliklerini bize yeniden tanıtmaktadır. Öte yandan avrupa kültürüne giren farklı kültürlerin de dolayımlanarak melezleşmeleri ve küresel iletim ortamları sayesinde küresel birer hakim kültüre dönüşmeleri sözkonusu olabilmektedir. Türkiye’de bu kültürel ortamlara açık olan bir iletim sisteminin varolması Avrupa kültürü ile farklı olanın dolayımına dikkat etmeyi gerekli hale getirmektedir. Bu durum özellikle gençliğin  modaları hızla takip  etmesiyle birlikte gel geç kültürel ortamların çoğalması durumları  için çok geçerli olmaktadır. 

Bu çalışmada, Avrupalılık meselesini ele alırken, global kültürel bir perspektiften medyanın kültürü dolayımladığı gerçeğini gözönünde tutarak dolayımlanmış bir avrupalılık kültürü ile bu kültürün yansıdığı yerlerden biri olan Türkiye’deki kültürel ortamların izlerini sürmek sözkonusudur. 

 


 

Nedret KURAN-BURÇOĞLU
Avrupa ve Avrupalılık

Avrupa’ya ilişkin Helen ve Hristiyan mitleri ile başlayan bu sunum, çoğul anlamları ve tarih boyunca kendisine atfedilen çeşitli değerler ile Avrupa Ideası’nın ortaya çıkışı ve gelişimi üzerinde odaklanacaktır. Sunumda ayrıca farklı iki özne grubu oluşturan Avrupalılar ve Türkler’in kısmen farklı, kısmen örtüşen bakış açılarından tarihte ve günümüzde, Avrupa Birliği kapsamında bir üst kimlik olarak Avrupalılık ve ötekiler irdelenecektir.


 

Belkıs KÜMBETOĞLU
Avrupalı Ol, Farklı Ol
 

Bu sunum Avrupalılığın nasıl bir farklılık olduğunu, kavramın kendi içinde çeşitli kültürel ve sosyal formlar barındırırken nasıl bir farklı oluşa işaret etmekte olduğunu tartışmayı amaçlamaktadır.
Avrupalılık bir şemsiye kavram olarak Türkiye’nin içinde yer almayı planladığı kültürel bütünlük müdür? Bu bütünlüğü oluşturan “Avrupalı insan”ın özellikleri nelerdir? Avrupa vatandaşlığının inşa edildiği temeller bu özelliklere mi dayanmaktadır? Bu gelişmelerden antropoloji nasıl etkilenecektir? Türkiye’de antropoloji bu süreçte yeni bir aidiyete ve kimlik sorunlarına ilişkin kavramlara yönelecek midir?

Bu çalışmalar Avrupalılığın “mahiyetini” kavramaya yetecek midir? Bu ve benzeri soruların tartışmaya açılacağı bu sunum Avrupalılık algılarını çeşitli açılardan ele almayı hedeflemektedir.


 

Sibel ÖZBUDUN
Avrupa birliği: Çokkültürcülüğün Krizi

Asimilasyoncu entegrasyona karşı, ulus-devletler içerisindeki de facto kültürel çeşitliliğin kabul ve teşvikine dayalı bir siyasa yönelimi olarak çokkültürcülüğün, en azından Avrupa Birliği ülkelerinde krizde olduğu, artan sıklıkta dile getirilmekte. Avrupa Parlamentosu içerisinde ırkçı olduğunu gizlemeyen partilerin grup kurabilecek bir sayıya erişmesi, yükseldiği gözlemlenen yabancı düşmanlığı ve ırkçı nitelikli saldırılar, hükümetlerin göçü sınırlandırmaya yönelik önlemleri, “yurttaşlık” çıtasını yükselten girişimler ve son olarak da İçişleri Bakanlığı süresince Avrupa-dışı kökenli göçmenlere yönelik sert uygulamaları yürürlüğe koyan Sarkozy’nin Fransa’nın cumhurbaşkanı seçilmesi, bu krizin emareleri arasında yer alıyor.

Bu tebliğde, çokkültürcülüğün farklı varyantları, özellikle de Latin Amerika ülkelerindeki ilginç gelişmelerle karşılaştırmalar çerçevesinde kavramın mevcut krizi karşılama kapasitesi ve içkin zaafları tartışılmakta, bu zaafların “kültür” kavrayışıyla bağlantıları irdelenmektedir.

 


 

Henry RUTZ
Eğitim ve İstanbullu Orta Sınıfın Yeniden Üretimi

Bu sunumda Amerikalı bir antropolog ile Türk bir politik iktisat uzmanının müşterek araştırmalarında ortaya çıkmış olan metodolojik meseleler irdelenecektir. Bu meseleler “Avrupalılık” olgusunun neoliberal dönemde sınıfların oluşumu    bağlamında taşıdığı önemle ilişkilidir.

 


 

David SHANKLAND
Türkiye’nin Kırsal Antropolojisi

Çoğu haklı bir ün kazanmış olan bir dizi değerli etnografinin varlığına rağmen, Türkiye’nin kırsal antropolojisi hala dikkat çekici bir biçimde az gelişmiş durumdadır. Hatta bu durum son yıllarda eskiye kıyasla daha belirgin hale gelmiştir. Bu kısa sunumda bu durumun nedenlerine ve antropoloji literatürünün entelektüel görünümünün bu durumdan nasıl etkilendiğine ilişkin olarak, spekülatif nitelik taşıdıklarını itiraf etmek zorunda olduğum bir dizi açıklama önereceğim. Daha sonra, ileride yapılabileceklere ilişkin bazı görüşlerimi dile getireceğim.

 


 

Levent SOYSAL
Avrupalılığa İstanbul’dan Bakmak: Kent, Gösteri ve “Uygarlaştırma Süreci”
 

Kesin olmasa da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği artık bir varsayım olmaktan öte bir gerçek biçimini almış bulunuyor. Avrupa’dan bakıldığında, Türkiye’nin muhtemel üyeliği, Avrupa’nın sınırlarını kültürel ötekiliğin ve savaşın yakınına getiren, tartışmalı, hatta tehlikeli bir önerme. Türkiye’den bakıldığında ise üyelik Türkiye’nin, laiklik, demokrasi ve kadın hakları gibi evrensel (Avrupa) ilkeleri temelinde gerçekleştirilmiş yaklaşık yüzyıllık modernleşme ve ulus-inşa deneyiminin hak edilmiş bir sonucu. Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye’nin üyeliği Avrupa’nın sınırlarının iki yakasında da görünür biçimde duyarlılık ve rahatsızlık uyandıran bir sorun.


Bu makalede, genelde Avrupalılaşma diye adlandırılan süreci anlamaya yönelik bir çerçeve sunacağım ve yeni Metropolün kültürel topografyasının bir haritasını çıkartmaya çalışacağım.  Buna yönelik olarak amacım çağdaş kenti Kent yapan öğeleri sunmak ve belirlemek. İstanbul üzerine yoğunlaşarak, İstanbul üzerinden Türkiye ve Avrupa’da yaşanan değişimlere değineceğim. Kente yüklediğim önem ve anlamın arkasında Avrupa’nın ulus-ötesi yönü kurumsallaştıkça kentin küresel özelliklerinin artması yatmaktadır. İstanbul, ve Berlin, Londra ve Paris gibi benzeri kentler, kendilerini içinde yer aldıkları ulus-devletlerin ötesinde düşünmekte ve konumlandırmaktalar.


Günümüzde kentler, bir ulus-devletin başkenti ya da endüstriyel merkezi olma özelliklerinden giderek soyunup, ün, değer ve varlıklarını başka yerlerde aramaktalar. Avrupalılığın yeni ikonları olarak, kendilerini “dünya kenti” ve “küresel kent” olarak konumlandırırken, kültür, sanat, moda, bilim, spor gösterilerine ve başka eğlence biçimlerine dayanmaktalar. Makalenin sonunda, günümüzde Metropolün geçirdiği dönüşüm ve Türkiye’nin Avrupalılaşma istek ve çabasını çerçevelemek için Norbert Elias’ın “uygarlaştırma süreci” düşüncesine başvuracağım. Kanımca, aynı kavram, yeni Avrupa’nın oluşumunu da tanımlamakta ve açıklamaktadır.



 

İnci USER
Çokkültürlü Bir Toplumun Yansıması: Çağdaş Almanca Edebiyatta Türk Yazarlar

1960’lı yılların başında Almanya, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kimi Akdeniz ülkelerinden işgücü talebinde bulunmuştur. Türk hükümeti bu talebi kendi nüfus ve istihdam sorunları için bir çözüm olarak algılamış ve 1970’lerin ortasına kadar yüzbinlerce Türkiye vatandaşı çalışmak üzere Almanya’ya gitmiştir. Almanya işçi alımını otuz yılı aşkın bir süre önce kestiği halde, bu ülkede yaşamayı sürdürmek isteyenler, göçmenlerin aileleriyle birleşmelerini öngören yasalardan yararlanarak oldukça kalıcı bir Türk azınlık oluşturmuşlardır.

Başlangıçta gerek ev sahibi toplum gerekse o zamanki tanımlarıyla ‘konuk işçiler’ bu beraberliğe geçici gözüyle bakmışlardır. Ancak, şu anda ilk kuşak göçmen işçilerin önemli bir bölümü emekli oldukları halde yaşamlarını Almanya’da sürdürmektedir. Bu ülkede büyümüş olan ikinci ve üçüncü kuşakların geri dönmeme kararlılığı çok daha güçlüdür. Şu anda Almanya’da yak. 2 milyon Türk yaşamaktadır ve ülkedeki en büyük azınlığı oluşturmaktadır. 1970’lerin başından bugüne kadar geçen dönemde bunlardan yak. 650.000 kişi Alman vatandaşı olmuştur. Başka çeşitli ülkelerden gelen göçmenler ve mültecilerle birlikte, Türk geçmenler Alman toplumunu kendi yurttaşlık, ulus ve kültür anlayışları üzerinde yeniden düşünmeye ve tartışmaya sevk etmiştir. ‘Konuk işçi’ kategorisi çoktan geçmişte kalmıştır ve şu andaki gündemin ana konularından biri ‘entegrasyon’ meselesidir.

Türk göçmenler başlangıça ev sahibi topluma uyum sağlamak, bu toplum içinde kendi kimliklerini bulmak ve köken aldıkları kültürle ilişkilerini yeniden düzenlemek konularında bir çok sorunla karşılaşmışlardır. Bugün, bir bölümünün kendilerini Alman toplumundan soyutlama ve giderek muhafazakarlaşma eğilimi göstermesine karşın, pek çoğu da uyum sağlamış ve yerleşikleşmiş görünmektedir. Görece yüksek doğurganlıkları ve çok sayıdaki ticari girişimleriyle günümüz Alman toplumunun dinamik bir kesimini oluşturdukları söylenebilir. Eğitim sistemindeki güçlük ve engellere karşın, akademik yaşamda, serbest mesleklerde, kitle iletişimi alanında, sanat, spor ve siyasette artan bir Türk varlığından söz edilebilmektedir. Göçün risklerinden çok sağladığı fırsatlara ağırlık veren bir yaklaşımla “Euro-Türk” kavramı sosyal bilim literatürüne dahil edilmiştir.
Bu sunumda Almanya’da yaşayan Türkler’in edebiyat alanında ürettikleri yayınların incelendiği bir çalışma çerçevesinde oluşturulan bazı görüşlere yer verilecektir. Altı kadın yazarın eserleri, çokkültürlü olduğu savunulan toplumsal yapı içinde kimliklerin inşa ediliş süreci ve köken kültürün çeşitli unsurlarının göçmen edebiyatta yansıması bağlamında tartışılacaktır. Sunum ayrıca ‘entegrasyon’, ‘çokkültürlü toplum’ ve ‘tireli kimlik’ kavramlarına ilişkin kimi kaygıları da kapsayacaktır.


 

Jenny B. WHITE
Türkiye’nin Kentsel Antropolojisi

Türkiye’de kentleşmenin üç ayrı ağızdan anlatılan, üç ayrı öyküsü vardır: Göçmenin öyküsü; devletin öyküsü ve araştırmacının öyküsü… Farklı çıkarlar ve amaçlara dayanmakla birlikte, bu üç algı ya da yorum biçimi birbirlerini belli ölçülerde etkilemiş ve biçimlendirmiştir. Her üçü de tarihin yarattığı fırsatlar ve engellerden olduğu gibi dış dünyadaki siyasal ve entellektüel akımlardan da etkilenmişlerdir. Örneğin Marshall Planı Türk çiftçisinin varoluşunu yeniden biçimlendirmiştir. Çok partili siyasal yaşama geçiş devletle yasa dışı inşa edilmiş gecekonduların sahiplerinin ilişkisini değiştirmiş ve bunları gönlü alınması gereken seçmenlere dönüştürmüştür. Türkiye’de kentleşmenin her aşaması araştırmacılar tarafından tahlil edilmiş, ülke dışındaki entellektüel akımlar bu tahlilleri tekrar tekrar biçimlendirmiştir. Ve nihayet, günümüzde kitle iletişim araçları ve piyasa yeni kentsel kimlikleri biçimlendirmeye devam etmektedir.

Positive SSL